Resveratrol (3,5,4′-trans-trihydroxystilbene) üzüm ve böğürtlen gibi meyvelerde bulunan bir bitkisel kökenli polifenoldür. Kırmızı şarapta kullanılan üzüm türüne bağlı olarak, 4-20 mg/L konsantrasyonlarında bulunabilmektedir. Doğal olarak oluşan fenolik fitokimyasal olan resveratrol, obezite ile uyarılan kanserlerin baskılanmasına yardımcı olur. Daha önceki yazılarımda da bahsettiğim gibi obezite kolon kanserlerinin gelişmesinde bir risk faktörü olarak dikkate alınmaktadır.
Üzüm böğürtlen gibi meyvelerde bulunan Resveratrolün kimyasal yapısı |
Resveratrol aynı zamanda kardiyavasküler sistem üzerine de olumlu etkiler göstermektedir ki bunlardan biri düşük yoğnluklu lipoproteinlerin (LDL) oksidasyonunu azaltarak olmaktadır. Siklooksijenaz enzimlerini etkileyerek antiinflamatuar etki gösterir. Son yapılan çalışmalar resveralrolün yaşlanmaya karşı (anti-aging) kullanılabileceğini göstermektedir.
Resveralrolün Kanser Üzerine Etkisi
Resveratrol, kemoprevensiyon ve kemoterapotik etkisini çok sayıda sinyal iletim yalağını düzenleyerek gösterir. Resveratrolün kanseri engelleyici etkisi ilk olarak 1997 yılında gösterilmiş olup günümüze kadar çok sayıda çalışma ile bu durum desteklenmiştir.
Yapılan tüm bu çalışmalar sonucunda, resveratrolün kanser oluşumunun başlangıç, teşvik etme, ilerleme gibi tüm aşamalarını etkilediği belirlenmiştir. Resveratrol bu etkilerini antioksidant etkisi, antianjiyogenik etkisi, antiproliferatif etkisi ve proapoptotik etkisi ile geçekleştirir.
Resveratrolün Kolon Kanseri Hücrelerine Moleküler Düzeydeki Etkileri
Preklinik çalışmalarda elde edilen bulgular resveratrolün kolon kanseri gelişiminde rol alan sinyal iletim yolaklarını baskıladığını göstermesi nedeniyle, kolon kanserinin tedavisinde etkili olabileceğini göstermektedir.
Resveralrolün bu koruyucu etkisi, insülin benzeri büyüme faktörü reseptörü 1 (IGF-R1) protein miktarını azaltmasının sonucu olarak gerçekleşen AKT/WNT sinyal iletim yolağını baskılanması yoluyla gerçekleştirir. IGF sinyal iletimi obezite ilişkili kolon kanseri ile yakından ilişkili olduğu için, obezite kaynaklı kolon kanserlerinin engellenmesinde kullanılabileceği önerilmektedir.
Resveratrol WNT sinyal iletimini ayrıca beta katenin ve TCF bağlanmasını engelleyerek ve HIF-1 alfa seviyesini azaltılması yoluyla baskılamaktadır.
Resveratrol insan kolon kanseri hücrelerinde tümör baskılayıcı gen olan p53’ün aktivasyonunu sağlayarak apoptozisin uyarılmasına neden olur. Resveratrol aynı zamanda kaspaz 3 ve kaspaz 8 aktivasyonunu sağlar ve BAX/BCL2 oranını yükseltir. BAX hücrede apoptotik özellik gösterirken, BCL2 ise antiapoptotik etki gösterir. Bu nedenle BAX/BCL2 oranındaki artış hücrelerin apoptoza girme oranını arttırmaktadır. Resveratrolün sititoksik etkilerinin kalori kısıtlaması ile arttırılabileceğini bulan araştırma sonuçları bulunmaktadır. Resveralroün kaspaz 3 ve kaspaz 8 aktivasyonunu reakatif oksijen moleküllerini arttırarak gerçekleştirir. Aynı zamanda, resveratrol hücresel inflamatuar cevabı ise nitrik oksit seviyesini azaltıp NFkB’nin baskılayıcı birimi IkB’nin fosforilasyonunu baskılayarak NFkB aktivasyonunu engelleyerek gerçekleştirir.
Resveratrolün kolon kanserlerindeki diğer önemli bir etkisi ise pentoz fosfat yolunun ve fokal adezyon kinazın baskılanması yoluyla olmaktadır. Fokal adezyon kinazı hücrenin ekstrasellüler matrix ile etkileşiminde önemli bir protein olup kanser hücrelerinin bulundukları ortamdan ayrılıp ayrılmaması durumunu düzenler.
Sekiz gün süreyle, günde 0.5 gram ya da 10 gram resveratrol kullanımının kolon kanseri hastalarında hücre çoğalmasını %5 civarında azalttığı belirlenmiş olup, bu hastalarda resveratrol kaynaklı herhangi bir yan etki gözlenmemiştir.
Kemoterapiye Dirençli Kolon Kanseri ve Resveratrol
Resveratrol ayrıca kemoterapi direnci gösteren hücrelerin direncini ortadan kaldırmak içinde kullanılabilir. Şöyle ki, bir antikanser ajanı olan etoposide 100 μmol/L konsantrasyonda kullanıldığında kolon kanseri hücre hattı olan HT-29 hücrelerinin çoğalmasında bir azalma gözlenmezken, resveratrol ile eteposide öncesinde muamele yapılması hücrelerin 100 μmol/L eteposide varlığında ölmelerine yol açar.
Resveratrol ağız yoluyla alındıktan sonra iyi bir şekilde absorbe edilmesine rağmen diğer tüm polifenollerde olduğu gibi sistemik biyokullanılabilirliği konjugasyon reaksiyonlarına yatkın olması nedeniyle düşüktür.
Bu nedenle günümüzde resveratrolün biyokullanılabilirliğini arttırabilmek amacıyla çeşitli türevleri geliştirilerek farmakolojik etkileri yükseltilmeye çalışılmaktadır. Bu amaçla resveratrol başlangıç molekülü olarak kullanılabildiği gibi sentetik yöntemler kullanılarak yeni anologları geliştirilmeye çalışılmaktadır.
İlgili Diğer Yazılarım
Kolon kanserinde insülin benzeri büyüme faktörü (IGF) reseptörünün (IGF-R1) etkisi
Kolon Kanseri ve Survivin Molekülünün Önemi
Kolorektal kanseri oluşumu nasıl engellenir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder